ABD Başkanı Trump ikinci döneminde, mevcut küresel düzeni yeniden tasarlama konusundaki kararlılığını çok net bir biçimde ortaya koyuyor. İlk döneminde yapmak istedikleri için yeterli destek bulamadığı kurumları ve kuralları bu kez birer birer sistem dışına iterek, düzeni hızla dönüştürdüğünü görebiliyoruz. Dahası, bu dönüşüme piyasa tepkilerinin de eskisi kadar sert olmadığını, 6. ay itibarıyla piyasaların da bu yeni ritme alıştığını gözlemlemek mümkün.
Hatırlanacak olursa, Trump’ın ilk başlardaki sert ve keskin açıklamaları — özellikle tarifeler ve para piyasaları üzerine söyledikleri — ilk etapta piyasalarda sert dalgalanmalara neden olmuştu. Ancak ardından gelen yumuşama mesajlarının, trader’lar için kar fırsatlarına dönüşmesiyle bu dalgalanmalar da artık bir ticaret stratejisine dönüşmüş durumda: TACO ticareti. Bu da bize, aşırı mesajlarla gelen oynaklığın nasıl normalize edildiğini ve piyasanın bu davranış kalıbını nasıl hızla içselleştirdiğini de göstermiş oldu.
Yeni normal: Aşırılıkları hoş görmek mi?
Peki, piyasa alışır da diplomasi bu duruma kayıtsız mı kalır? Net bir şekilde hayır. Diplomasi, zaten adından da anlaşılacağı gibi siyasal iletişim sanatıdır. Nitekim diplomasi konusundaki yeni normallerin en bariz örneğine geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen NATO Liderler Zirvesi‘nde şahit olduk. NATO’nun liderliğini tarihsel olarak hep üstlenen bir ülkenin başkanı, olağandışı bir karaktere sahip olursa, ona yöneltilen övgülerin de haliyle olağandışı olduğuna şahit olduk… NATO Genel Sekreteri ve eski Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin şu ifadesi buna en güzel örnekti:
“Ve sonra babacık bazen durdurmak için sert bir dil kullanmak zorunda kalıyor.”
İlk bakışta bir gaf gibi algılansa da, Trump’ın “Biliyorsunuz, cehennem gibi kavga ediyorlar. Durduramazsınız… 2-3 dakika kavga etmelerine izin verin, sonra durdurmak kolay” şeklindeki sözlerine, ironik ve zeki bir karşılık içeriyor Mark Rutte’nin sözleri…
Dolayısıyla yeni dönem, diplomaside de aşırılıkları, aykırılıkları ya da daha kaba bir ifadeyle “tuhaflıkları” görmezden gelmeyi de beraberinde getirdi. Hatta bunun en keskin versiyonunu bu yılın başında, Zelenski ile Trump arasındaki gerilimli ama stratejik etkileşimde görmüştük. Acı da olsa, bu stratejik etkileşim sonucu Ukrayna konusunda Batı diplomasisinin tonunda ciddi bir değişim yaşanmıştı.
Objektif olmak gerekirse, Sayın Trump her ne kadar alışılmışın dışında bir lider profili çizse ve zaman zaman esprilere konu olsa da, dünya yeniden ABD’nin sözünü dinlemeye başlamıştır; Trump da bu durumu pekiştiren bir lider olarak öne çıkmış durumdadır.
Kanıt mı arıyorsunuz? Gelin, NATO Liderler Zirvesi’ne bakalım:
Trump, ilk döneminden bu yana Bretton Woods sistemi kurumlarına mesafeli durdu. NATO’dan çıkma söylemleriyle, kolektif savunma sistemine eleştirel yaklaştı. 2019’da NATO’nun 70. yıl zirvesinin Washington’da yapılmasına bile engel olmuştu. Hatta sırf bu sebeple zirve Londra’ya taşınmıştı.
İkinci dönemine çok daha güçlü bir şekilde başlayan Trump, ilk iş Münih Güvenlik Konferansı’nda AB ile arasına kalın bir çizgi çekmişti. Kampanya sürecinden bu yana, NATO’nun 5. maddesinin mutlak bir güvenlik garantisi sunmadığını, bunun koşula bağlı bir mekanizma olduğunu dile getirdi.
Ve sonunda… İstediğini aldı: NATO ülkeleri savunma harcamalarını GSYİH’nin yüzde 5’ine çıkarmayı kabul etti.
Bu, kolektif savunmanın artık “her üye kendi yükümlülüğünü yerine getirdiği sürece” geçerli olacağı anlamına geliyor. Bir başka deyişle; NATO, ilginç biçimde, “her koyun kendi bacağından asılır” yaklaşımıyla yeniden şekilleniyor diyebiliriz.
Ve yine zirve bildirgesinde, Ukrayna’ya yardım artık NATO’nun kolektif bir kararı değil; ülkelerin inisiyatifine bırakıldı.
Diğer taraftan Trump, ikinci dönemine “Biden döneminde büyüyen savaşları sona erdirme” vaadiyle girmişti. Ancak bugüne kadar Rusya-Ukrayna Savaşı’nda kayda değer bir ilerleme sağlanamadı. Öte yandan, maalesef ki; Filistin’deki soykırım ve İsrail-İran Savaşı konusunda Trump’ın açıkça Netanyahu’ya destek verdiği de ortada…
Türkiye ile ilişkiler bağlamında ise Trump, akılcı bir çizgide
Açık konuşmam gerekirse, Başkan Trump’ın Türkiye’ye yaklaşımı, Biden veya klasik neoliberal çizgideki yönetimlerden çok daha stratejik ve rasyonel. NATO zirvesinden çıkan sonuçlar da bunu doğrular nitelikte:
- Terörle mücadelenin NATO müktesebatına dahil edilmesi,
- Müttefikler arasındaki savunma sanayi ticaretine yönelik engellerin kaldırılması,
- 2026 NATO Liderler Zirvesi’nin Türkiye’de yapılacak olması,
- Türkiye talep etmemesine rağmen, AB-NATO işbirliğine dair stratejik bir atfın sonuç bildirgesine girmemesi.
Tüm bu başlıklar, Trump yönetiminin Türkiye’nin artan stratejik gücünü doğru okuduğunu ve buna uygun hareket ettiğini gösteriyor.
Sonuç olarak Türkiye; doğal ticaret koridorları, güçlü üretim altyapısı, esnek diplomatik kabiliyeti ve gelişmiş savunma sanayii ile bu yeni sistem dönüşümünde yükselen en güçlü oyunculardan biridir.
Ve son NATO Liderler Zirvesi de gösterdi ki; küresel düzen yeniden yazılıyor ve ülkemiz bu düzenin sadece bir parçası değil, yeni paradigmaların mimarı olabilecek bir potansiyel olarak konumlanıyor…